#evrim

Hakan Tanarhakantanar
2025-05-11

Yapay zeka bize sadece teknolojik değil, varoluşsal sorular soruyor: İnsan olmanın anlamı değişiyor mu? Kutsal kitaplar algoritmalarla yorumlanabilir mi? Bilincin yeni formlarıyla nasıl bir arada yaşayacağız?
Bu yazıda yapay zekanın insanlık için ne ifade ettiğini değil, yapay zeka çağında insanlığı neyin beklediğini sorgulayan bir düşünce deneyi yapıyoruz.

monologblg.com/bir-dusunce-den
podbean.com/eas/pb-3q62w-18a53

Resim ImageFX

İnsandan daha zeki bir varlık fikri bütün din dünyasında açık görüşlülükle tartışılan ama bir o kadar da endişe yaratan bir düşünce. İlahiyat dünyası, sadece güncel yaşamı kontrol etmesinin ötesinde, YZ’nin insanın manevi dünyasını da kontrol etmesinden kaygı duyuyor. Özellikle kutsal kitaplar ve uygulamalar hakkında YZ’ye veri yüklenirken sorumlu davranılmasının önemine dikkat çekiyor.
Ancak ne kadar sorumlu da davransak tehlikenin büyük kısmı YZ’den değil insandan kaynaklanıyor. Toplumu yönlendiren birçok akademik çalışmaları yapay zeka hazırlıyor. İnternetteki içeriğin yarısından fazlasını YZ üretiyor. Vasata alışkın insan ruhu sonuçlarını düşünmeden kolayı seçebiliyor. Öyle ki bu hız ve kapasite karşısında büyüleniyoruz. Ancak sınırlı insani anlayışımızla, YZ'ye inançları ve değerleri koruyacak şekilde veri seti yüklemeyi planlıyoruz.
İnsan, yapay zekayla Büyük Patlama’yı çağrıştıran bir bilgi patlamasına yol açtı. Belki de insanın anlam arayışına göre uyarlı bilgi toplama kurgusu, yerini hız ve daha büyük bir hafızanın olduğu yeni bir modele bırakıyor. Böyle bir senaryoda Tanrı’nın yeni planında insan olmayabilir. Ya da zekanın değişmediği ama bedenin farklılaştığı bir yapıda yeni bir görevle devam edebilir. Kutsal metinlerin çağlar öncesinden bugünlere ışık tutan sözlerinde de yaşadığımız teknolojinin yeni bir misyonun aracı olabileceğini görebiliyoruz. 
Yapay zeka bize sadece teknolojik değil, varoluşsal sorular soruyor: İnsan olmanın anlamı değişiyor mu?
Rauf Atilla Polatraufatillapolat
2024-11-05

Dr. Andy McIntosh:

"Avustralya'ya büyük bir jumbo jetle geldim. İnişe geçerken dikkatli manevraları izledim, büyük kanatlar arkadan çıkarak daha fazla kaldırma kuvveti elde etmek için kanadın boyutunu artırıyordu ve böylece çok daha yavaş bir hızda uçuyordu.

O kanadın çalışmasını sağlamak için yapılan tüm tasarım beni etkiledi. Şimdi, her gün böyle inen kuşların tasarlanmadığını mı söyleyeceğiz?


Sekizincisi Üsküdar Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi 24-26 Ekim 2024 tarihleri arasında İstanbul’da yapıldı.

Bugün mail kutuma bu kongrenin sonuç bildirgesi de diyebileceğimiz, Yaratılış Manifestosu düştü.

Önce bu manifestoyu buraya belki silinebilir diye kopyalayıp yapıştırmak istiyorum:

Biz, İstanbul’da Üsküdar Üniversitesinde 24-26 Ekim 2024 tarihlerinde yapılan VIII. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi katılımcısı bilim insanları olarak, ‘Yaratılış Manifestosu’ beyan etmeyi uygun hatta zorunlu gördük. Çünkü bilimsel veriler ve matematiksel ispat yöntemleri, evrenin varoluşunu bilinçli ve tasarımsal olduğu yönünde yeterli kanıt düzeyine ulaşmıştır.

İnsanlık tarihinin en temel felsefi ve bilimsel sorusu, evrenin ilk varoluşunun neden ve nasıl olduğu ve hayatın neden ve nasıl başladığıdır. Bu hususta bilinen iki görüş vardır:

  1. Tesadüfe dayalı varoluş,
  2. Bilinçli Tasarıma (*) dayalı varoluş.

Birisinin imkânsızlığı ispatlanırsa yani olmayana ergi (Reductio ad absurdum ) akıl yürütme yöntemi ile ikincinin doğruluğu anlaşılır.

Akıl argümanı; birinci olarak akılsız ve bilinç sahibi olmayan bir doğa akıllı ve bilinçli insanı nasıl ve neden var etti diye sorar. İkinci olarak bilimin keşfettiği doğada var olan karar verici algoritmaların kendiliğinden var olmadaki olasılık hesabını sorar. Çünkü bu algoritma mantığı yapay zekanın Fuzzy mantığıdır. İnsanın yakında anladığı bu algoritmayı akılsız bir evrimle açıklayamayız.

Bu iki görüşhem bilimsel hem de felsefi açıdan farklı yorumlara sahiptir. Her iki görüşü karşılaştıralım ve akıl yürütme yöntemleri ile açıklayarak matematiksel ispat yolu ile soruya cevap arayalım.

Tesadüfi Varoluşun imkânsızlığı

Bu görüş, evrenin doğal süreçler sonucu ve rastlantısal olayların birikimiyle oluştuğunu öne sürer. Big Bang teorisine göre evrenin yaşının yaklaşık 13,8 milyar yıl olduğu, Webb teleskopunun verilerine göre ise evrenin yaklaşık 26,7 milyar yıl önce ortaya çıktığı ve fiziksel yasalar çerçevesinde genişlediği açıklandı. Big Bang’den önce zaman ve madde olmamalıydı, uzay ve zaman dışında bir gerçeklik olmalıydı. Tesadüfi varoluş görüşünün temel akıl yürütme noktaları, tek tek karşıtını ispat yöntemi ile çürütülebilmektedir.

  1. Kuantum Belirsizliği: Kuantum fiziğine göre bazı olayların kuantum seviyesinde dışsal bir sebep olmaksızın gerçekleşebildiği öne sürülmektedir.Ancak İnce Ayar Argümanı; fizik yasaları ve evrensel sabitleri ile hayatın ortaya çıkmasına imkân tanıyacak şekilde “ince ayarlı” olduğunu savunur. Eğer fiziksel sabitlerde çok küçük değişiklikler olsaydı, evrenin var olması veya yaşamın gelişmesi mümkün olmazdı. “Kaos Teoremi” ne göre bizim için yanlış görünen şeyler mükemmelin bir parçasıdır. O halde kuantum belirsizliği evrenin mükemmelliğinin bir parçasıdır. Ancak uzay ve zaman dışında gerçekliği bilememektedir. Böyle bir mükemmellik tesadüfe yer bırakmayacak şekildedir ve matematiksel akla göre uzay ve zaman dışı bir dış irade gerektirir.
  1. Doğal Seçilim tezi: Yaşamın oluşumunda canlıların çeşitlenmesi ve gelişimi, mutasyonlar ve seçilimle açıklanmaktadır. Ancak bir çocuk anne karnında zigot (Anne ve baba DNA’larının yarı yarıya ilk hücre olması) halinde iken, 8 haftada embriyoda çocuk hareket etmeye başlar. Onuncu haftada fetüs dönemine geçilir ve uzuvlar belirginleşir. Anne rahmi her hafta bir santim muntazaman yukarı doğru büyür. Kırk (40) hafta sonra doğum gerçekleşir. DNA’daki amino asitlerin hep doğru kararlar vererek büyümesi zorunlu yasadır. Bu süreçte tesadüfi mutasyon olmaması gerekir, yoksa çocuk sağlıklı olamaz. O halde bütün memelilerde gerçekleşen bu planlı, sistematik, ince ayarlı, düzenli, ölçülü ve hesaplı büyümede mutasyonun çok istisna olması ve olumsuzu doğurması bilinmektedir. Bu nedenle “karşıt tersini kullanarak ispat yöntemi” doğal seçilimin imkansızlığını ve seçilimin rastlantısal değil bilinçli olmak zorunda olduğunu gösterir. Bu bir dış iradenin zorunlu varlık olduğunu gösteriyor. Aynı analojiyi incir çekirdeğinden incir ağacına dönüşümüne, arının çalışma tarzına uygulayabiliriz. Doğal seçilim sadece yaşam kalıma odaklıdır ama bilinçli seçilim ise amaca yönelik gelişmeye odaklanır.
     
  2. İlkel Şartlar ve Büyük Sayılar Tezi: Evrenin büyüklüğü ve zamanın uzunluğu düşünüldüğünde, hayat gibi karmaşık yapıların rastlantısal olarak ortaya çıkma ihtimalini öne sürer. Fiziksel kanunlar çerçevesinde işleyen doğal süreçlere dayanan bilimsel gözlemler ve deneylerle ispat edilen gelişim evreleri “Kiplik akıl yürütme yöntemi” ile düşünüldüğünde, matematiksel ispat yöntemine göre; doğru koşulların oluşması çok düşük olasılıklı bir durumdur. 1050 olasılıklar imkânsız kabul edildiğinden, büyük evren düşünüldüğünde bu ihtimallerin gerçekleşmesi matematiksel akla göre imkansızdır. Evrenin büyüklüğüne ve zamanın uzunluğuna rağmen her yıl baharda üç hafta hiç mutasyon olmadan hep doğru kararlar vererek cansız DNA’dan canlı bir eserin çıkması mutlak bir bilinci zorunlu varlık olarak işaret eder.
     
  3. Karmaşıklık ve Düzen: Evrenin, doğa yasalarının uyum içinde işlediği karmaşık bir yapıya sahip olduğu gözlemlenir. Bu düzenin kendiliğinden mi, yoksa “Genel Sistemler Teorisi” ne göre bir tasarım sonucu mu ortaya çıkacağı tartışılır.  Sistem teorisi: her şey birbiriyle ilişkili küçük parçalardan oluşur, fakat kendisi de daha büyük bir sistemin parçası olarak işlevde bulunan bir bütün olarak kabul edilir. “Sibernetik Yasaları”na göre işleyen bir düzen vardır. Sibernetik canlı ve cansız tüm karmaşık sistemlerin denetlenmesi ve yönetilmesini inceleyen bilim dalıdır. Sibernetik yasaları bir dümencinin varlığını zorunlu görür. Evrenin ve yaşamın rastlantılarla değil, bilinçli bir akıl tarafından tasarlandığını savunan tasarımsal var oluş görüşü matematiksel akla göre zorunlu seçenektir.
     
  4. Zihin Teorisi yetisinin olması: Tesadüfi varoluş görüşü bu kurama açıklama getirememektedir. İnsan diğer canlılardan farklı olarak varsayım üretme yeteneğine sahiptir. Metabilişsel nörogenetik eğilimler olan “anlam arayışı, yeniliği arama davranışı, zaman farkındalığı, sonsuzluk arzusu ve ölüm algısının varlığı” sadece insana hastır. İnsan zihin tutumunu terk edip kendini doğaya bıraktığında hayvanla özdeş olur. İleri otistik özellikteki kişilere parmağınızla bir yeri işaret ettiğinizde sağlıklı düşünemeyen bu kişiler parmağın ucuna bakar işaret edilen yere bakamaz. Onlarda zihin kuramı yetisi yoktur. Bu nedenle insan evrenle ilgilenirken sadece evrene değil evrenin arkasındaki anlama bakma yetisine sahiptir. Fen bilimleri evrenin nasıl işlediğini çok güzel açıklar, ancak anlamı esas alan bilimlerin ise teorik anlamlar çıkarması gerekir. Bu evren neden var, neden buradayım ve nereye gideceğim?…  Zihin kuramı yetisini kullanan ve bu gerçeği gören çok kişinin de bunu pozitivist zihin tutumu ve dogmatik bilim önyargısı nedeni ile ifade edemediklerini gözlemliyoruz. Evrene zihin kuramı yetisini kullanarak baktığımızda büyük ve mutlak bir ilim, mutlak irade, mutlak güç, mutlak hikmet sahibi bir varlığın (Vacib-ül Vücud**) olması zorunluluktur.
     
  5. Bilincin Açıklanamazlığı:İnsan bilincinin hayvandan ayrıldığı özellik, onda “ben bilinci”nin bulunmasıdır; hayvanda böyle bir bilincin bulunmadığı kesindir. Rastlantısal var oluş tezi bilinç konusunda susmayı tercih etmektedir. Çünkü maddeden bilinç yapmak sıfırdan var etmek gibidir. Cildimiz 20 günde tamamen değişiyor vücudumuzda altı ay sonra bütün hücreler değişmiş oluyor ancak bilgisayarın IP’si gibi olan bilincimiz hiç değişmiyor. Bilinç, rastlantısal süreçlerle açıklanması çok zor bir olgudur ve insana hastır. Tasarım argümanı, bilincin varlığını bir tasarımcının eseri olduğunu savunur. Dedüksiyon akıl yürütme yöntemi bilinçli varlıkların varlığına, yüksek bir bilinç ve bilinçli tasarımın zorunlu varlığına kanıt olarak işaret eder. Evren yüksek bir bilinç ve üstün bir gücün ki bu ancak ‘İlahi irade’dir, O’nun ürünü olması zorunlu ideadır.
     
  6. Yaşam mücadeledir tezi: Bu teze göre hayat tesadüfen oluşmuştur ve mücadele vardır, güçlü olan yaşar, olmayan mücadeleyi kaybeder yok olur. İlk hücreden en gelişmiş canlılara kadar baktığımızda yardımlaşma esas, mücadele istisnadır. Güçlü olan aslan ve büyük olan dinozor bütün dünyaya yayılmamıştır. Dinozorların büyük bir zırha ama küçük bir beyne sahip olmaları uyum sağlamamalarına neden olmuştur. Evrende güçlü olan değil genetik şifrelerine göre uyum sağlayan yaşamaktadır. Ancak uyum sağlamak amaçla mümkündür. Tekil olaylardan tümü anlama yöntemi olan “indüksiyona” göre doğada yaşanan birlikte yaşama dengesi hayatın mücadele olduğu tezini çürütmektedir. Çünkü homeostazi (denge)  yasasına göre ince bir ahenk vardır, rekabet dengeyi bozmamaktadır. Yaşam amaca göre bir uyumdur. Amacın İlahi iradeye uygun olması zorunludur.
     
  7. Şer (Kötülük) Problemi ve Sınav Diyalektiği: Materyalist bilim, insanın amacını zevk prensibi ile açıklamaya çalışır. İnsan diğer canlılardan farklı olarak amaçlı davranabilen, özgür düşünen, varoluşu sorgulayan, soyut, kavramsal ve sembolik düşünebilen tek varlıktır. Ölümden sonra hayatın olmadığı bilimsel olarak söylenemez. İnsan kötülüklerin neden var olduğunu da sorgulamaktadır. Özgür iradeye sahiptir. Özgür iradenin olabilmesi için kötülük yapma özgürlüğünün de olması gerekir. Kötülük yapma, hata ve yanlış karar verme özgürlüğü bir sınavın varlığına işarettir. “Çelişki yapma yöntemi ile ispat” olan matematiksel akıl yürütme yöntemi “hesap verebilirliği” netice vermektedir. İnsanın kötülük yapabiliyor olması bir çelişkidir. O halde bütüncül bilime göre dünyanın var oluş amacının sınav diyalektiği olması akla en uygun seçenektir.
     
  8. Ölüm sonrası yaşamın zorunluluğu: Dünyada istisnası olmayan tek gerçek ölümdür. Programlanmış hücre ölümlerinin varlığı bilimi ölüme çare arama alanına yönlendirmiştir. Ölümün bizim canımızdan başka bir anlama işaret etmesi zihin teorisine göregerekmektedir. Bu kadar mükemmel bir düzen yaratıp sonra da onu yok etmesi Abduksiyon (Dışa çekim) muhakeme yöntemine göre imkansızdır. Abduksiyon bir bilimsel buluş yöntemidir. Oluşan şartlara göre çıkması en güçlü sonucu gösterir. Hastalıklar bu yöntemle teşhis edilir. Kötülük yapanların, bedel ödemeden yanına kâr kalarak ölüp gitmeleri adil değildir. İşleyen sibernetik yasalarına göre kötülük yapanların bedel ödemeleri gerekmektedir. Diğer taraftan bütün insanlarda var olan sonsuzluk arzusunun nörogenetik eğilimi, abduksiyon nedensellik ilkesine göre sonsuz bir yaşamı zorunlu kılmaktadır. O halde neş’e-i uhra yani yeniden diriliş olmalıdır. ‘Yaratıcı vermek istemiş ki istemeyi vermiş’ diyebiliriz.
     
  9. Entropi Yasası dış iradeyi zorunlu kılıyor: Entropi enerji yasası olup termodinamiğin ikinci yasasıdır. Evren düzenli bir şekilde düzenden düzensizliğe gider. Bu gidişe göre evren ısı ölümü ile sona erecektir. Bu yasaya göre karanlık yoktur, ışığın olmaması vardır; soğuk yoktur, ısının olmaması vardır. Devamlı ısı ve ışıkla hassas ince ayarlı ve hesaplı bir destek gerekmektedir. Bu yasa zihin kuramı yetisine sahip olan insanı anlam arayışına itmektedir. Zihin kuramı yetisi insan beynindeki ayna sinir hücrelerinin fonksiyonudur. Eğer dış denetim ve düzenleyici yoksa entropi yükselir ve evrende düzen bozulur.  İlk varoluşu yapıp mükemmel yasalar koyan ve bu yasaları her saniye yöneten uzay ve zaman dışında bilinçli bir irade sahibinin (Vacib-ül Vücud) varlığı zorunludur.

Sonuçlar:

  • Bilimsel Açıklamalar: Bilimsel gözlemler ve fizik yasaları, evrenin kökenini ve gelişimini anlamada tesadüfî varoluşun imkânsızlığı ile tasarımsal varoluşun lehine deliller sunar. Ancak bilimsel model, “neden bir şey yerine hiçlik var? Neden bu evren var?” gibi nihai sorulara akıl yürütme yöntemlerini işaret eder.
  • Hakikate götüren dört yol vardır. Birincisi deney ve gözlem, ikincisi akıl yürütme yöntemleri, üçüncüsü rasyonel sezgiler, dördüncüsü rasyonel inançlar.
  • Bilinçli Tasarım görüşü; karmaşıklık, bilinç ve evrendeki düzenin kökenine dair alternatif bir açıklama sunar ve ahlaki veya metafizik sorulara da cevap verir.
  • Tanrı (İlah) tasavvuru: Bilinçli Tasarım görüşü, evrendeki düzen ve bilincin varlığı gibi fenomenleri açıklamaya çalışırken “zaman ve uzay dışı bir yaratıcıyı zorunlu varlık (Vacib-ül Vücud) olarak savunur. Varoluşu; her şeyi bilen, gören, yöneten ve kontrol edebilen dış irade özelliklerinde mutlak bir irade ile açıklar.
  • Biz bu Yaratılış manifestosunu hazırlayanlar olarak, O sonsuz, mutlak ilim, irade, kudret ve hikmet sahibi  zorunlu varlığın (Vacib-ül Vücud),  Kur’an-ı Kerim’de ifade edilen Tevhid (Allah) kavramına uyduğunu bütüncül bilim kanıtı ile ilan ve beyan ederiz.

(*) Bilinçli tasarım bir yaratıcının bir fiilidir, her fiil gibi faili yani öznesi vardır. O’da İlahî ve Tevhid yaratıcılığı bilgisidir.  Bilinçli tasarımın akıllı tasarımdan farkı kendi algoritmasını üretebilme yetisidir.

(**) Vacib-ül Vücud kavramı “Zorunlu Varlık” anlamında İbn-i Sina tarafından literatüre sokulmuştur.

Kaynaklar:

  1. Tatlı, Adem: Akıllı Tasarım Teorisi. https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/akilli-tasarim-teorisi
  2. Çengel, Yunus: Bilim ve Risale-i Nur’ a bilimsel yaklaşım. https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/akilli-tasarim-teorisi
  3. Tarhan, Nevzat: Akıldan Kalbe Yolculuk Bediüzzaman Modeli Timaş 2022 İstanbul

Evet işte böyle…

Buraya kadar felç geçirmeden geldiğinizi umuyorum.

Merak etmeyin bir evrimci olarak bu metni eleştirecek değilim. Bunu akleden yaratılışçıların yapması gerektiğini düşündüğümü belirtip topu onlara atacağım.

Sadece başlıkta yazdığım “entellektüel karadelik” değerlendirmesini kısa bir paragrafla açıklamalıyım.

Bu manifestonun bir skandal olduğunu düşünüyorum. Tahminimce her hangi bir editöryal süzgeçten geçmeden, ikinci bir göz tarafından okunmadan, okunsa da eleştirilmeye ya da düzeltilmeye cesaret edilemeden yayınlanan bu metnin, normal şartlar altında “Yaratılış Kongreleri”nin tabutuna son çiviyi çakması gerekirdi. Çünkü, bu önümüzdeki hiçbir şekilde arkasında durulabilecek bir metin değil. Bu metin entellektüel tembelliğin ve öz-eleştiri mekanizmalarının yokluğunun bizi nerelere getirebileceğinin en güzel bir ibret vesikası olmuştur.

https://acaibialem.wordpress.com/2024/10/28/bir-entellektuel-karadelik-yaratilis-manifestosu/

#bilim #Evrim #EvrimIhtilafı #yaratılışKongreleri

Hakan Tanarhakantanar
2024-09-29

Bugün, bütün hikayelerin sonlandığı ve yepyeni bir hikayenin başladığı bir dönemdeyiz. Birbirine bağlanmayan bir şey kalmayacak şekilde her şey hızla dönüşüyor. Öyle ki, milyonlarca yıl süren evrimi gözlerimizle görüyor ve hissediyoruz. Veri arttıkça teknoloji ve insan birbirini dönüştürmeye devam ediyor. Daha fazlasını yazımda bulabilir ya da podcasti dinleyebilirsiniz.
@monologblg.com @zihinkarmaşası.com
zihinkarmasasi.podbean.com/e/t
monologblg.com/veri-ayaklarimi

Resim ImageFX

Veri her zaman vardı ama yaşadığımız boyut çoğaldıkça varlığını daha çok hissetmeye başladık. Veri çoğaldıkça cansız olan tüm maddeye bir akıl yükledik. Üstelik bunun yönetimini de makinelere bırakmaya başladık. 
Aslında insan yavaşa yavaş zihnini makinelere devrederek ortadan çekilmeye başladı. Akıllı şehirleri yapay zeka yönetiyor mesela. Sürücüsüz arabalar var artık. 2026'da insansız uçakların devreye girmesi söz konusu. 
Bugün, bütün hikayelerin sonlandığı ve yepyeni bir hikayenin başladığı bir dönemdeyiz. Gelecekte birbirine bağlanmayan bir şey kalmayacak şekilde her şey hızla dönüşüyor. Öyle ki, milyonlarca yıl süren evrimi gözlerimizle görüyor ve hissediyoruz.
Veri arttıkça teknoloji ve insan birbirini dönüştürmeye devam ediyor. Daha fazlasını yazımda bulabilir ya da podcasti dinleyebilirsiniz.
Hakan Tanarhakantanar
2024-09-15

Beyin, doğanın bize bahşettiği en büyük armağandır. Biz, dünyaya öğrenmek ve anlamak için geliriz. Bu sebeple hayata başlarken tamamlanmamış bir beynimiz vardır. Ancak doğa, aşağıdan yukarıya doğru öğrenen algoritmasını genomumuza kazımıştır ve gerisini beyne bırakır. Gerekli tüm veriler doğada vardır ve beyin deneyimleyerek yazılımı tamamlar.

monologblg.com/beyin-evrimin-k
zihinkarmasasi.podbean.com/e/b

Beyin, doğanın bize bahşettiği en büyük armağandır. Biz, dünyaya öğrenmek ve anlamak için geliriz. Bu sebeple hayata başlarken tamamlanmamış bir beynimiz vardır. Ancak doğa, aşağıdan yukarıya doğru öğrenen algoritmasını genomumuza kazımıştır ve gerisini beyne bırakır. Gerekli tüm veriler doğada vardır ve beyin deneyimleyerek yazılımı tamamlar. Herhangi bir kayıpta ya da çevre değiştiğinde kendini optimize ederek yeni bir yapı kurmak zorunda kalmaz. 
Çevre koşullarının bu kadar önemli olması, ilerlemek için bir uyum gösterme zorunluluğumuz, bizi hep temkinli olmaya zorlar. Beyni, sadece yaşadığımız çevreye uyum sağlamak için tasarlanmış bir yapı olarak düşünmeyelim. Muhtemel başka yaşamlarla karşılaştığımızda da bizi tekilliğe götürecek gizem beynin esnekliğinde yatar.
Doğayı anlamak istiyorsak içimize bakalım çünkü onun gizemi beyinde olabilir. Tabiatın işleyişine baktığımızda, o da kendisi için tutarlı bir düzenin devamı için aynı algoritmayı kullanıyor.
Hakan Tanarhakantanar
2024-06-02

Cinsiyet eşitsizliği hem kadın hem de erkek için iyi sonuçlar vermiyor. Cinsiyetler arasındaki ayrım, erkeği şiddete meyilli ve stresli yapıyor. Bu etkenler erkeğin yaşam beklentisini kısaltıyor. Teknoloji kadını öne çıkarsa da erkeğin doğası da değişiyor. Çevresel koşulların değişmesi, yaşam süresindeki açığı da kapatabilir.
@monologblg.com
monologblg.com/kadin-hareketin

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-04-04

Bak... Kutlu olan yürüyüş bu.

gerçeği..

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-14

İnsan, iki ayaklı bir tür olduğu için doğal olarak merkezi sinir sistemimizin tabanının ayaklarımızda olması beklenir.
Ancak taban ayaklarımızda değil, kalça kısmımızdadır.

Çünkü tıpkı balık, amfibyen, memeli ve primat atalarımızda olduğu gibi, vücudumuzun yapısı esasen dört ayaklı yapıya uygundur ve atalarımız özellikle son 4 milyon yılda iki ayak üzerinde yürüme yeteneği kazanmıştır...

gerçeği

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

Tiktaalik isimli bu balık, bugün yaşayan bütün kara omurgalılarının, yani insanın, filin, dinozorların, kuşların, devenin, kurbağanın, kaplumbağanın, bizonların, hatta balinaların ortak atası.

Bundan daha muazzam bir olay olabilir mi?

Dede ( yani evrimsel Ata) ve 375 milyon yıl sonra fosillerini bulan torunu (Homo Sapiens).

Bilimsel gerçeklerin güzel tarafı, cahil yobazlar neye inanırsa inansın, gerçek olmasıdır.

Evrim gerçekten muhteşem bir olaydır.

gerçeği.

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

gerçeği..

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

100 milyar NÖRON ve trilyonlarca GLİYA hücresini bir arada bulundurarak;
BENLİK,
BİLİNÇ,
FARKINDALIK,
AKIL,
MANTIK,
DÜŞÜNCE,
HAYAL GÜCÜ,
REFLEKS,
HAREKET KONTROLÜ ve diğer her şeyi oluşturarak yönlendiren,
bizi İNSAN yapan, BEYİN ve SİNİR sistemimizdir.

RUH DİYE BİR ŞEY YOKTUR...

Herhangi bir dış müdahale olmaksızın..
ABİYOGENEZ ve EVRİM bunu kanıtlamıştır.

gerçeği

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

Bu bir deniz İGUANASI.
Dünyada sadece Galapagos adalarında yaşıyor.
Güney Amerika'dan, fırtına neticesinde ağaçlar üzerinde adalara gelmişler ve uygun habitat bulamadıkları için denizde yaşamaya evrilmişler.

40 dk. sualtında kalabiliyor.
Üstelik bu adalar sadece 2 milyon yıllık...

gerçeği

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

50 milyon yıl önceki ataları bir kara memelisi olan balina ve yunusların burun delikleri milyonlarca yıllık evrimsel süreçte, denizde kendilerine avantaj sağlayacak şekilde kafalarının üst kısmına doğru hareket etmiştir.

gerçeği

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

Ayaklarımızda bu kadar eklem ve parçalı kemik olmasının nedeni;
atalarımızın, ayaklarını da tıpkı elleri gibi dallara tutunmak ve nesneleri tutmak için kullanmalarından dolayıdır.

Şempanzeler iki ayak üzerinde yürürken ayaklarının dışlarıyla basarlar.
Paytak paytak yürürler.
Çünkü ayak başparmakları el başparmakları gibidir.
İnsan da, ayak başparmağı diğer parmaklarla birleşse de hala yükün büyük kısmını ayağının dışı karşılar…

3/3

gerçeği

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

Bunun nedeni baş parmağımızın şimdiki yerine sonradan gelmesi sebebiyledir.

Ayak tabanlarımızda, hala dallara tutunmamızı sağlayan esnek ve yumuşak bölge varlığını sürdürür.

Ayak tabanlarımızda, başparmağımızın altındaki yumuşak bölge, 6 milyon yıl önce ağaç dallarına tutunmamızı sağlayan, diğer parmaklar arasındaki esnek bölgedir.

3/2

gerçeği

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

Ayaklarımız evrimimizin çok açık bir mirasını taşır.

Sadece yürümek ve koşmaya yarayan bir organda bu kadar eklem ve parçalı kemik olması oldukça gereksizdir.

Ayak tabanlarımızla yürüdüğümüzde ağırlığımızın büyük kısmı ayak tabanımızın dışı tarafından karşılanır.

3/1

gerçeği

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

Devekuşu ve atın geçtiği evrimsel süreçten geçseydik, bacak ve ayak yapımız resimdeki gibi olacaktı.

Atın, yere sadece orta parmağı ile bastığına, toynaklarının da bizdeki tırnağa karşılık geldiğine dikkat edin.

Temel yapılar aynı olmakla birlikte evrimsel süreçte farklılaştık...

gerçeği

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

Yaklaşık 4.5-2.5 milyon yıl önceki süreçte Ardipithecus ve Australopithecus cinslerine ait çeşitli türler olarak yolumuza devam ettik.

2.5 milyon yıl önce ilk insan türü olan Homo habilis ortaya çıktı.

Sonraki süreçte, varlığını bildiğimiz 20 kadar Homo cinsine ait insan türü yaşadı.

Bizim türümüz olan Homo Sapiens ise yaklaşık 300 bin yıl önce Afrika'da ortaya çıktı.

3/3

gerçeği

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

Çünkü Proconsul insan dahil tüm ape türlerinin ortak atasıydı.

Bu koldan;
22 milyon yıl önce Gibonların,
12 milyon yıl önce Orangutanların,
8 milyon yıl önce Gorillerin ataları ayrıldı.

Ana koldan ayrıldıktan sonra kendi yollarında ilerlediler ve geçen milyonlarca yıllık evrimsel süreçte bugünkü hallerini aldılar.

5-6 milyon yıl önce şempanzeler ile ortak atamızdan ayrıldık ve farklı bir kolda kendi bağımsız evrimimizi sürdürdük.

3/2

gerçeği

t@me® 🧭TAMER_TEKES
2024-02-10

Primatların ortaya çıktığı son 55 milyon yılda, insan olana dek yaşadığımız evrimsel süreç resimde olduğu gibi.

Atalarımız kuyruklu maymunlardı, o yüzden kuyruk sokumu kemiğimiz ve kuyruk genimiz var.

25 milyon yıl önce kuyruklu maymunlarla ayrıldık ve farklı kolda devam ettik.

20 milyon yıl önceki atamız Proconsul ve kuyruksuz. Evrimsel süreçte kuyruğunu kaybetmişti.

gerçeği

3/1

Client Info

Server: https://mastodon.social
Version: 2025.04
Repository: https://github.com/cyevgeniy/lmst